Gündemin can yakıcı son başlıklarından biri şüphesiz ABD emperyalizminin patronu Donald Trump tarafından CIA'ya Venezuela'da "ölümcül" operasyonlar yürütme yetkisinin verilmesi…
ABD Başkanı Trump, 14 Ekim'de Venezuela açıklarında uyuşturucu kaçakçılığı yapıldığı iddia edilen bir tekneye saldırı düzenlendiğini ve 6 kişinin hayatını kaybettiğini açıklamış ve çarşamba günü de Oval Ofis'te basın mensuplarının sorularını yanıtlarken Venezuela başlığıyla ilgili konuşmayı da unutmamıştı. Donald Trump, Venezuela ile ilgili konuşurken CIA'ye Venezuela'da gizli operasyonlar yürütme yetkisi verdiğine dair haberleri doğruladı.
Trump, Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'ya yönelik bir adım atılıp atılmayacağına dair soruya ise "Böyle bir soruya yanıt vermem gülünç olur. Ancak, bence Venezuela sıcaklığı hissediyor." dedi.
ABD Başkanı, Venezuela konusunda denize hâkim olduklarını söylerken, şimdi ise karaya baktıklarını dile getirdi.
Bütün bunlardan anlaşılacak husus, Washington tarafından Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro rejimine yönelik yapılan baskılarda keskin bir artış olduğudur.
Trump, uyuşturucu kartellerini hedef alan Venezuela topraklarına baskınlar düzenlemeyi düşündüğünü de belirtirken New York Times, ABD yetkililerinin özel olarak nihai hedefin Başkan Maduro'yu iktidardan uzaklaştırmak olduğunu belirtti.
Gelgelelim Trump tarafından CIA'ye verilen Venezuela'da gizli operasyonlar yürütme yetkisi, kurumun Venezuela ve Karayipler'de "ölümcül" operasyonlar yürütmesine olanak tanıyor.
Washington cephesinde bunlar oladursun Venezuela Devlet Başkanı Nicolas Maduro'dan cevap gecikmedi. Maduro, ABD Başkanı Donald Trump tarafından Merkezi İstihbarat Teşkilatına (CIA) uyuşturucuyla mücadele gerekçesiyle Venezuela topraklarında operasyon yürütme yetkisi verilmesine sert tepki gösterdi. Maduro, devlet televizyonu VTV’ye yaptığı açıklamada, “CIA destekli darbelere hayır” dedi.
Maduro, geçmişte ABD'nin Afganistan, Irak ve Libya'da yürüttüğü askeri operasyonların başarısızlıkla sonuçlandığını hatırlatarak, "Rejim değişikliklerine hayır. Bu örgütün eliyle kaybolan 30 bin kişiyi, Arjantin'deki darbeleri, Şili'de (Augusto) Pinochet'in darbesini ve öldürülen ya da kaybolan 5 bin kişiyi hatırlatan CIA destekli darbelere hayır." dedi.
Latin Amerika’da meydana gelen bu olanlardan sonra aklıma tam da 2003 öncesinde uluslararası gündemde ilk sırayı tutan Irak ve Saddam Hüseyin geldi.
Belki yeni kuşak bilmez, Irak 2003 yılında işgal edilene kadar ABD tarafından Saddam rejimine yönelik habire suçlamalar içeren tehditkâr açıklamalar yapılır, Saddam ABD’nin suçlamalarının asılsız olduğunu belirtip tamamıyla emperyal planları peşinde koşan ABD’nin Irak’ta rejimi değiştirmeye çalıştığını, Irak’ın egemenlik haklarını ihlal ettiğini, ABD’nin kendini dünyanın imparatoru gördüğünü söylerdi.
ABD de Saddam’a “terör destekçisi, nükleer silah üreticisi, diktatör, tiran” der, Saddam’ı şeytan ekseninde konumlandırırdı. ABD de Saddam’ın kitle imha silahı üretmeye çalıştığını iddia eder, hatta bunu ispat etmek için bir ton kamera şovları yapardı ki bunun en canlı örneği olarak ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell düzenlediği bir basın toplantısına elinde bir şişeyle çıkmış ve elinde bir şişe şarbon olduğunu iddia etmişti.
Dahası bugün olduğu gibi donanma gemisi ve uçak üzerinden Karakas-Washington arasında yaşanan restleşme ile sınırlı kalmazdı Irak’taki mesele, 2003’teki işgal öncesi Irak’ın güneyi ve kuzeyi uçuşa yasak bölgeler ilan edilmiş ve Bağdat’taki Saddam rejiminin buralarda uçuş yapmasına göz açtırılmazdı.
Hatta birkaç sefer Saddam bu bölgelerin üzerinde uçak kullanmak istediğinde anında Amerikan bombardımanıyla yüzyüze kalıyordu.
Lakin Irak’ın 2003’teki işgaline giden süreçte Bağdat yönetimine karşı yapılan yüzlerce suçlamanın aslında işgal için sudan bahaneler olduğu ve asıl işgal sebebinin petrol olduğu, ABD Enerji Bakanlığı’nın o süreçte yayınladığı bir raporda 2001 yılında ABD’nin petrol talebinin %55’inin ithalatla karşılandığı, bu rakamın 2025 yılına gelindiğinde %75’e yükseleceği yer alıyordu. Yani ABD’nin elindeki petrol stoklarında çok hızlı yaşanmakta olan bir hızlanma olduğu görülüyordu. Üstüne üstlük Rus ve Fransız menşeili şirketlerle bir de hükümetler nezdinde Saddam yönetimiyle kurulan sıcak ilişkiler sonucu Irak petrolünden aslan payını Paris’le Moskova’nın alması ve Amerika’nın pastadan payını alamaması Irak’ın işgal sürecini hızlandıran etken olmuştur.
Petrol zengini bir Ortadoğu ülkesi olan Irak’ta ve buraya karşı ABD’nin bakışı malum iken şimdi Venezuela’yı ele alınca yapbozun parçalarını birleştirmek mümkün olacaktır zira ABD’nin Venezuela için düğmeye alenen basmış olması esasen bölgeye gözdağı vermek istediği, başta petrol olmak üzere bölgeyi cazip kılan fonksiyonlarda gözünün olduğunu apaçık ortaya koyduğu aşikardır.
Evet petrol diyorum çünkü Venezuela da aynı Irak gibi dünyanın önde gelen petrol rezervlerine sahip olan bir ülkedir. İki ülke de OPEC’in, yani Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün ortak üyesidir. E tabi Irak petrolleri ABD’nin aklını başından alıp Irak’ın ABD tarafından işgal sebebi olur da Venezuela petrolleri münasebetiyle ABD’nin hedef tahtası olmaz mı?
Bütün bunların yanında daha dün kitle imha silahlarını yok etmek ve uluslararası terörizmin kökünü kazımak bahane edilerek başta Irak olmak üzere Ortadoğu ABD tarafından taş devrine yollanmıştı, şimdi ABD uyuşturucu kaçakçılığını mazeret olarak öne sürerek başta Venezuela olmak üzere Latin Amerika'yı dümdüz etme hesabında…
Dün Saddam diktatördü, tirandı, şeytan ekseniydi ABD için, bugün ise Maduro diktatör, tiran, şeytan ekseni…
Ama neticede kendini dünyanın jandarması gören kibir abidesi bir ABD emperyalizmiyle karşı karşıya olduğumuz aşikardır ve dünya barışının böyle aktörlerle imkansız olduğu, ancak olası olmayan bir hayalden ibaret olduğu da ortadadır.