“Orta Doğu” tabiri, ilk defa 19. yüzyılın ortalarından itibaren kullanılmaya başlanmış olup, bölgenin tanımı ve kapsamı zaman içinde değişiklik göstermiştir.
İlk olarak 1850’lerde İngiliz Hindistan Ofisi tarafından kullanılmaya başlandığı düşünülmektedir. Ancak, terimin daha geniş çapta tanınması, Amerikalı deniz hakimiyet teorisini literatüre kazandıran strateji uzmanı Alfred Thayer Mahan sayesinde olmuştur. Mahan, tabiri 1902 yılında “Basra Körfezi ve Uluslararası İlişkiler” başlıklı makalesinde kullanmıştır. Ortadoğu tabirinin bundan dolayı yaygın bir şekilde kullanılmaya başlandığı kabul edilmektedir.
Bu dönemde, Britanya ve Rus İmparatorlukları arasında Orta Asya’da nüfuz mücadelesi yaşanıyordu. Mahan, Basra Körfezi’nin stratejik önemine dikkat çekerek, bölgeyi “Orta Doğu” olarak tanımlamıştır. Bu tanım, bölgenin jeopolitik önemini vurgulamak ve İngiltere’nin bölgedeki çıkarlarını koruma gerekliliğine işaret etmek amacıyla kullanılmıştır.
Ortadoğu sınırları içinde yer alan ülkeler konusunda da farklı görüşler ileri sürülmektedir.
Bu yöndeki genel kabule göre Ortadoğu ülkeleri şunlardır.
Türkiye, İran, Irak, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Kuveyt, Umman, Yemen ve Mısır.
Ortadoğu’nun çekirdeğini genellikle Müslüman Arap dünyasının oluşturduğu kabul edilir.
Ortadoğu’nun Stratejik Önemi ve Tarihi Derinliği
Ortadoğu, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuş, dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapmıştır. Mezopotamya (bugünkü Irak), Antik Mısır, Fenikeliler, Pers İmparatorluğu, Arap İslam Devleti gibi büyük medeniyetler bu bölgede varlık göstermişlerdir. Bu sebeple, Ortadoğu'nun tarihi oldukça derindir ve bölge birçok farklı dil, kültür ve dini inanç sistemine sahiptir.
XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren geliştirilen ve dünya hâkimiyetini hedefleyen jeopolitik teorilere göre Ortadoğu, Afro-Avrasya ana kıtasının merkezini ve kesişim alanını oluşturmaktadır.
Kara jeopolitiği açısından bakıldığında dünya hâkimiyetinin tesisi için Avrasya’ya hâkim olmak gerekmektedir. Ortadoğu da Avrasya kuşağının merkezinde bulunmaktadır.
Deniz jeopolitiği açısından Ortadoğu, deniz eksenli güçlerin Afro-Avrasya stratejilerinin merkezinde yer alır. Ortadoğu, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri gibi deniz ağırlıklı strateji takip eden güçler için rakip güçlerin hâkimiyetine bırakılmaması gereken bir savunma hattıdır.
Dünyada birinci derecede önemli dokuz stratejik deniz geçiş yolundan beşi bu bölgede yer almaktadır. Bu bölgeler, (İstanbul ve Çanakkale boğazları, Süveyş Kanalı, Aden ve Hürmüz geçişleridir.
Ortadoğu’nun Kültürel Önemi
Ortadoğu’yu stratejik açıdan önemli kılan bir diğer faktör de tarihî derinliğin oluşturduğu kültürel özelliklerdir.
İnsanlığı etkileyen en köklü dinî ve kültürel oluşumlar Ortadoğu’da ortaya çıkmıştır. Bölge tarihin ilk zamanlarından itibaren medeniyetlerin ve semavî dinlerin beşiği olmuş, diğer bölgelerde gelişen çeşitli medeniyetlerin, kültürlerin ve dinlerin yayılmasında kavşak görevi yapmıştır. Sadece ticaretin ve malların değil, kültürlerin transferinde de önemli rol üstlenmiştir.
İslâm medeniyetinin bütün Ortadoğu’ya hâkim olması, bölgenin jeopolitik bütünlüğü ile kültürel bütünlüğünün iç içe geçmesini sağlamıştır. Ortadoğu jeopolitik hattı tarihî ve kültürel düzeyde İslâm dini etrafında bir bütünlük ve istikrar kazanmıştır.
Batı merkezli tarih ve coğrafya yorumlarında bölgenin Doğu ve İslâm ile özdeş olarak değerlendirilmesi, Ortadoğu’yu Doğu-Batı, İslâm-Hıristiyan karşılaşmasının merkezi haline getirmiştir.
Haçlı savaşları ile keskinleşen bu jeokültürel ayırım Osmanlı döneminde de devam etmiştir. XIX. yüzyılda sömürgeciliğin yayılması ve Osmanlı Devleti’nin dağılmaya başlamasıyla birlikte Batılı büyük güçler kültürel ve dinî bakımdan Ortadoğu’ya müdahil olmaya başlamışlardır. Bu çerçevede misyonerlik, eğitim ve çeşitli Hıristiyan cemaatleriyle ilgili faaliyetlerinde kendi aralarında yoğun bir rekabet yaşamışlardır.
Tarih içinde gerek Mezopotamya ve Nil havzalarının gelişmiş tarım toplumları, gerekse Afro-Avrasya ana kıtası içindeki bütün ulaşım ve ticaret yollarının bölge ile doğrudan ya da dolaylı biçimde münasebeti bulunması Ortadoğu’yu uluslararası ekonomi-politiğin merkezi haline getirmiştir.
Ortadoğu’daki Küresel Rekabetin Ortaya Çıkışı
16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da meydana gelen büyük dönüşümler sonucunda ortaya çıkan modern devletler sistemi Ortadoğu’yu da doğrudan etkilemiştir. Bu süreçle birlikte yükselmeye başlayan Avrupalı büyük güçler kendi aralarındaki siyasî, askerî rekabeti ya doğrudan Ortadoğu’ya taşımışlar veya Avrasya ve Uzakdoğu’da giriştikleri rekabet Ortadoğu’yu da etkilemiştir.
Osmanlı Devleti’nin 17. yüzyıla kadar Avrupa karşısındaki baskın konumu sebebiyle Ortadoğu uzun süreli bir istikrar ve barış dönemi yaşamıştır. 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı Devleti’nin gerilemeye başlamasıyla birlikte dış güçler Ortadoğu’ya müdahale etmeye başlamışlar, bir yandan Rusya’nın Osmanlı Devleti aleyhine genişlemesi, diğer yandan Napolyon’un 1798’de Mısır’ı işgali ile başlayan süreç bugüne kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir.
Stratejik, kültürel ve ekonomik konumu ve önemi sebebiyle dünyaya hâkim olmak isteyen her devlet ya da devlet adamı Ortadoğu’ya sahip olmak istemiştir. Bu hâkimiyet mücadelesi sonucunda meydana gelen büyük savaşlar ve göç dalgaları hem dünyayı hem bölgeyi sürekli biçimde şekillendirmiş ve değiştirmiştir.
Ortadoğu’nun Jeoekonomik Önemi ve Petrol
XIX. yüzyılda sömürgeciliğin gelişmesi ve Asya’ya yönelmesi Ortadoğu’nun jeoekonomik önemine yeni boyutlar katmıştır. Ortadoğu bu yeni süreçte endüstriyel Avrupa ile sömürgeleştirilen Doğu arasında ham maddelerin ve doğal kaynakların aktarım güzergahı haline gelmiştir.
Ortadoğu’nun bu jeoekonomik özelliği bölgenin sömürge rekabetinden en çok etkilenen bölgelerin başında gelmesine yol açmıştır.
XX. yüzyıl başlarından itibaren bölgedeki petrolün ortaya çıkarılması ile Ortadoğu’nun stratejik önemi daha da artar.
Petrolün stratejik değerinin olağan üstü bir şekilde artması Ortadoğu’yu jeoekonomik bakımdan stratejik bir rekabet alanı haline dönüştürmüş ve uluslararası ilişkiler sisteminin önemli bir parçası durumuna getirmiştir.
Ortadoğu bugün itibariyle dünyadaki kanıtlanmış petrol rezervlerinin yaklaşık % 65’ine ve doğal gaz rezervlerinin üçte birine sahiptir. Bu da bölgenin küresel aktörler açısından gelecekteki stratejik önemini koruyacağının en büyük göstergesi olarak kabul edilmektedir.
Günümüzde Ortadoğu ve Küresel Mücadele
Soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Kafkasya ve Orta Asya ile Ortadoğu jeostratejik açıdan bütünleşmiştir. Bu durum Ortadoğu’nun enerji kaynakları ve enerji nakil hatları bakımından gelecekteki stratejik önemini daha da arttırmıştır.
Ortadoğu’da 1960’lardan 1980’lerin sonuna kadar Amerika Birleşik Devletleri’yle – Sovyet Birliği’nin stratejik rekabeti çeşitli boyutlarda devam etmiş ve bu rekabet 1970’lerde Basra körfezine yayılmıştır. 1991’de soğuk savaşın sona ermesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Amerika, Ortadoğu’da tek hâkim güç olarak kalmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri, başta enerji kaynaklarının ve enerji nakil güzergâhlarının güvenliği olmak üzere temel stratejik çıkarlarını gerçekleştirmek için bölgede kendisine tehdit olarak gördüğü rejimlere karşı mücadele etmeyi günümüzde de sürdürmektedir.
Son yılların yükselen süper gücü olan Çin de, Ortadoğu’daki küresel güçlerin rekabetine katılmıştır.
Günümüzde de, İsrail’in Filistin’e karşı orantısız askeri güç kullanması, insanlık dışı vahşet uygulaması, Suriye’de on yıldan fazla bir süredir devam eden iç savaş, Suriye’nin bölünme tehlikesi, Irak’ın bölünmesi ve bu gelişmelerin meydana getirdiği göç meselesi gibi birçok kargaşanın devam etmesi Ortadoğu’yu dünya gündeminde tutmaya devam etmektedir.
Selam ve muhabbetle…
Kaynak:
www.youtube.com/@metinuygun713