Bazı günler, takvime yalnızca bir tarih olarak düşer; bazı günlerse insanın kalbine dokunan görünmez bir iz bırakır. 3 Aralık işte o iz bırakan günlerden biridir. Gözlerin görmediğini yürekle görebilenlerin, adımlarını yavaşlatan engelleri sabırla aşanların, dünyaya herkesin unuttuğu bir yerden tutunup yine de gülümseyebilenlerin günüdür bugün.
Engel… Ne kadar küçük bir kelime oysa. Ama içinde kaç hikâyenin kırığı, kaç direnişin nefesi, kaç umudun ışığı saklı… Kimi için bir tekerlekli sandalye, kimi için sessiz bir dünya, kimi için görünmez ama her gün omuzlarına çöken bir ağırlık. Ama hepsinin ortak yanı var: yaşama inadıdır, “Ben de buradayım!” diyen o derin, o güçlü ses.
Belki de en çok bugün anlamalıyız:
Engel bedenlerde değil, bakışlarda başlar.
Yol tuğladan değil, niyetten örülür.
Ve bir toplumun gerçek medeniyeti, en kırılganını nasıl taşıdığıyla ölçülür.
Sokakta yanımızdan geçen bir tekerlekli sandalyenin sessizliğini, işaret diliyle konuşan iki insanın bakışlarındaki akışı, beyaz bastonun kaldırıma vurduğu ritmi… Biraz daha dikkatle dinlesek, hayatın ne kadar çok renginin aslında “farklılık” dediğimiz o geniş denizde yüzdüğünü görürüz.
Bugün, bir teşekkür günüdür aynı zamanda…
Güçlü olmak zorunda bırakılanlara, yılmadan direnenlere, sabırla yol alanlara, topluma katılmak için kendi iç savaşlarını verenlere teşekkür günü. Ve belki de bir özür günü…
Fark etmediğimiz her zorluk için, görmezden geldiğimiz her ihtiyaç için, duyarsızlığın gölgesinde bıraktığımız her yürek için…
3 Aralık, bir farkındalık günü değil sadece; bir insanlık tamamlama günüdür.
Eksik olduğumuzu, tamamlamamız gereken yanlarımız olduğunu hatırlatan bir iç fısıltı…
Ve belki bugün en çok şunu söylemek gerekir:
Hiç kimse, hiçbir zaman “eksik” değildir.
Herkes kendi hikâyesinin bütünüdür.
Bugün, farklılıkların değil; insan olmanın ortaklığını kutlayalım.
