Bir şehir sabah uyanınca ilk olarak kendini ele verir. Sokağın aydınlığı, kaldırımın düzeni, durağın kalabalığı… İnsan bu ayrıntıları “şehir yönetimi” diye adlandırmaz; sadece hayatın doğal akışı sanır. Oysa şehir dediğimiz şey, doğal bir düzen değil; her gün yeniden kurulan bir ortak yaşam sözleşmesidir. Bu sözleşmenin en görünmez ama en belirleyici tarafı da yerel yönetimlerdir.
Günlük hayatın akışı içinde çoğu zaman farkına varmadığımız ama yokluğunu hemen hissettiğimiz bir yönetim alanı vardır: yerel belediyecilik. Çöpün zamanında toplanması, sokağın karanlığa teslim olmaması, toplu taşımanın işlemesi ya da parkta bir bankın yerli yerinde durması… Bunların hiçbiri gündem yaratmaz; ta ki aksayana kadar. İşte tam da bu nedenle iyi belediyecilik çoğu zaman sessizdir.
Yerel yönetim, büyük siyasal tartışmaların aksine, yüksek söylemlerden çok gündelik rutinlerle ilerler. Belediyecilik, kriz anlarında değil; olağan zamanların sürekliliğinde kendini belli eder. Çünkü şehir, aslında kesintisiz işleyen bir organizmadır. Bu organizmanın sağlığı da “büyük projelerden” önce, küçük ama düzenli işleyişlerle ölçülür.
İyi belediyecilik, görünür olmaktan ziyade istikrarlı olmayı hedefler. Vatandaşın belediyeyi her gün düşünmesini değil, düşünmek zorunda kalmamasını sağlar. Bir hizmetin “normal” hâle gelmesi, o hizmetin sistemleştiğini gösterir. Hizmet kişilere bağlı olmaktan çıkıp kurumsal bir refleks hâline geldiğinde, şehir sakinleri gündelik hayatın güven duygusuna yaslanır. Bu da yerel yönetimde başarının en sessiz göstergesidir.
Sessizlik burada ilgisizlik anlamına gelmez. Aksine, yerel yönetimin şehirle kurduğu ilişkinin olgunlaştığını gösterir. Belediyenin dili sadeleştiğinde, süreçleri şeffaflaştığında ve hizmetler öngörülebilir hâle geldiğinde şehir, sakinlerine “ben buradayım” demeden de varlığını hissettirir. Yerel yönetimin belki de en güçlü olduğu an, kendini geri çekebildiği andır; çünkü şehir o zaman kendi ritmini kaybetmez.
Bu noktada belediyeciliği yalnızca fiziki hizmetlerle sınırlamak da eksik kalır. İyi belediyecilik aynı zamanda bir yaşam düzeni sunar. Şehirde yaşayan birey, hangi mahallede olursa olsun benzer bir hizmet standardı bekleyebildiğinde, yerel adalet duygusu güçlenir. Çünkü kentte eşitlik çoğu zaman soyut bir ilke değil, somut bir deneyimdir: aynı kaldırım, aynı ışık, aynı güvenlik, aynı erişilebilirlik.
Yerel yönetimlerin sessiz başarısı, halkla kurulan ilişkide de görünür olur. Abartılı vaatlerden çok, tutarlı uygulamalar güven üretir. Sürekli anlatılan projelerden ziyade, sürdürülen hizmetler şehir hafızasında yer eder. Çünkü bir şehir sakini, en çok “söyleneni” değil, “alıştığını” hatırlar. Bu yüzden iyi belediyecilik; yüksek sesle anlatılan bir hikâye değil, zamanla yerleşen bir alışkanlıktır.
Bugünün şehirlerinde asıl ihtiyaç duyulan şey de belki tam olarak budur: Gösterişli çıkışlardan çok, sakin bir süreklilik. Belediyecilik, gündemi domine etmektense hayatı düzenlediğinde anlam kazanır. Çünkü şehirler, büyük laflarla değil; küçük ama sürekli dokunuşlarla yaşanabilir hâle gelir. Kent yönetiminin görünmeyen başarısı, şehrin ritmini bozmadan onu daha güvenli, daha erişilebilir ve daha öngörülebilir kılabilmesidir.
Ve belki de bu yüzden iyi belediyecilik çoğu zaman konuşulmaz. Çünkü konuşulmayan şeyler, genellikle yolunda gidenlerdir. İnsan ancak düzen bozulduğunda düzenin kıymetini fark eder; o yüzden iyi bir yerel yönetim, şehir hayatına “gürültü” değil “ahenk” ekleyebilendir.
Son söz Sude'den:
Şehir konuşmaz; aksarsa duyarsın. İyi belediyecilik ise manşet değil, rutindir insana belediyeyi değil, hayatı hatırlatandır.
