İnsanların ihtiyaçlarını karşılamak için verdikleri mücadele insanlık tarihi boyunca sürekli değişim göstermiştir. İnsanlar ilk zamanlarda yaşamlarını sürdürürken kendi ihtiyaçlarını üreterek veya doğadan karşılıksız temin etmişlerdir. Daha sonra toplumsal bir sistem içerisinde yer almaya başlayan insanlar arasında ticari faaliyetler doğmaya başlamıştır.
Ticari faaliyetler neticesinde insanlar bazı ihtiyaçlarını kendileri üretmemiş, diğer insanların üretimlerini ihtiyaçlarını karşılamada kullanmıştır. Bu şekilde değiş tokuş olarak da adlandırılan takas sisteminin kullanılması da parasal sürecin başlangıcı olarak kabul gördü. Bu andan itibaren değişim aracı olarak görülen takas sistemi, zaman içinde yerini değişim aracı olarak kullanılmaya başlanan çeşitli maddelere bırakmıştır.
Asırlar boyunca ekonomide anahtar işlevini gören ve günümüzde de modern ekonominin temelini oluşturan para, insanlık tarihini şekillendirmesinin yanı sıra geçmişten günümüze mal ve hizmetlerin karşılığı olarak başta ekonomik olmak üzere insan yaşamına dair pek çok faaliyetin sürdürülmesini sağlayan en temel değerlerden biri olmuştur. Daha da önemlisi para, yalnızca ekonomik bir araç olmaktan öte toplumların gelişiminde kritik rol oynamış önemli bir vasıta olagelmiştir.
Alışveriş, ödeme ve yatırım yapmak gibi pek çok işlemde kullanılan, her gün, her anımıza bu kadar etkisi olan parayı kim buldu? Paranın icadı dünyayı nasıl değiştirdi? Bu yazımızda tüm bu sorulara cevap arayacağız ve para kavramına detaylı bir şekilde göz atacağız.
Öncelikle paranın icadının ve ilk defa kullanılmaya başlandığının kaç yıllık bir perde gerisi olduğuyla başlayalım.
Şimdi hep birlikte trampa usulünden günümüze paranın tarihsel gelişim yolculuğunu beraber inceleyelim:
PARADAN ÖNCE
(MÖ 20000-MÖ 9000)
Para yokken insan vardı fakat insanlık tarihi parayla başladı. İlk kez parayla tanışan atalarımız, tabiat karşısında acizdi. Alet edevadarı kısıtlı, yaşam standardarı içler acısıydı. Anladığımız manada evleri, arabaları, meslekleri, yazıları, kültürleri, pasapordarı, kıyafederi, unvanları hatta delikli tek kuruşları yoktu. Algılamak kolay olmasa da bugün ulaştığımız konforu, yüz milyardan fazla insanın uygarlık havuzuna aktardığı tecrübelere borçluyuz. İlkel insan, parayı icat etmeden önce iki temel korkuya sahipti: Açlıktan ölmek ve kendinden büyük canlılara yem olmak! Yazı ve dümenin icat edilmediği, mikrop ve kıtaların
keşfedilmediği, sınıf ve devletlerin kurgulanmadığı, kavramsal evrene adım atılmamış o günlerin tek hedefi, hayatta kalmaktı. Bu iki korkuyu, uzun bir zaman diliminde ortaya konan keşif ve kadar sayesinde aşabildik. Bunların ilki ve belki de en
muhteşemi 11.000 yıl önce yaşandı. İşte bu keşfin ardından doğacak olan para kavramı, sayısız kez evrim geçirmesine rağmen bizleri hiç yalnız bırakmadı (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 25).
İşte para kavramı insanoğlunu hiç yalnız bırakmasa da insanlar henüz yerleşik hayata geçmeden önce sikke veya para düşüncesi bilinmiyordu. Çünkü insanların yerleşik hayata geçmeden önce kendi ihtiyaçlarını kendileri karşılama çabası vardı. Mal değişimi veya malın değerini saptamak yerleşik hayata (Neolitik Dönem) geçilmesiyle ortaya çıkmıştır. Sikkenin kullanılmaya başlanmasından önce tüm alışveriş ve ticaret trampa/barter (takas) denilen yöntemle yapılıyordu. Değiş tokuş, yani barter veya trampa denilen bu yöntem herhangi bir malın başka bir mal ile değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin, bir inek satın almak isteyen biri, ineğin karşılığında birkaç adet kuzu veya belirli bir miktar tam tartılmış maden vermek zorundaydı. Gümüş, ya da altına sahip olanlar ise bunları belirli ağırlıklarda yanında taşımak zorundaydılar.
Kuşkusuz sikke öncesi dönemde bir malın değeri için, değerinin saptanması ya da saptanmış değerinin karşılığı için standart bir ödeme aracına gereksinim vardı. İşte bu sırada sikke düşüncesinin ilk basamağı olan metal ortaya çıkmıştır. Uygarlık metalin keşfi ile doğrudan ilişkilidir (Antik Çağ'da Para, 10 Temmuz 2023, https://www.arkhedergisi.com.tr/antik-cagda-para, erişim tarihi: 10.12.2025).
Uygarlık tarihini şekillendiren paranın icadı, 11.000 yıl öncesine dayanır (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, Sunuş Sayfası).
Paranın İlk Defa Kullanılması
Bulunmasıyla insanlığın gelişiminde önemli bir dönüm noktası olan paranın bugüne kadar Lidyalılar tarafından icat edildiği, takas usulüne Lidyalılar tarafından son verildiği sürekli olarak bizlere söylenegelmiştir.
Takas usulünün mevcut olduğunu kanıtlama adına da Anadolu medeniyetlerinden bir tüccarın Mezopotamya'ya incir götürüp karşılığında hurma aldığı söylenmiştir.
Gelgelelim tek başına tüm ihtiyaçlarını gideremeyen insanoğlu, bu amaca yönelik
girişmiş olduğu işbirlikçi çalışmada, çeşitli uzmanlık alanları geliştirmiştir. Her bir uzmanlık alanında ortaya çıkan ürünü, değiş‐tokuş usulü ile herkesin istifade etmesi ve ihtiyacını karşılaması için kullanmıştır. Bu karşılıklı
değiştirme işlemine, “Trampa” usulü denilmiştir (“Trampa”nın kelime anlamı için bkz.; İsmail Parlatır, Osmanlıca Türkçesi Sözlüğü, Yargı Yay., 5. Baskı, Ankara, 2012, s. 1722. Trampa, Arapça “Mübâdele” kelimesinin karşılığıdır. Bu kelime için bkz.; Zebîdî, Muhammed b. Muhammed, Tâcu’l-Arûzmin Cevâhiri’l-Kâmûs, Dâru’l-Hidâye, Beyrut, 1984, XXVIII/65; Fîrûzâbâdî, Mecdüddin Ebu Tahir, el-Kâmûsu’l-Muhît, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2005, I/965; Komisyon (1) İbrahim Mustafa vd., Mu’cemu’l-Vasît, Dâru’d-Davet, Kahire, trz., I/44.).
Gerçekten de MÖ 9000'lerde tahılı evcilleştirip yerleşik hayata geçen atalarımız, 5.000 yıl boyunca trampa para kullandı (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, Sunuş Sayfası).
Nitekim Jack Weatherford'un “The History of Money” kitabında da paranın ilk formunun barter malları olduğunun üzerinde durulmuştur.
İlk dönemlerde insanlar, ihtiyaçlarını bir malın başka bir malla değiştirilmesi anlamına gelen “barter” sistemiyle karşılıyorlardı. Örneğin bir çiftçi, ürettiği buğdayı bir çobana koyun karşılığında verebilirdi. Ancak barter sistemi, bazı sorunlara neden oluyordu. Örneğin, iki malın değerinin denk olmaması durumunda anlaşmazlık yaşanabiliyordu. Ayrıca barter sistemi, ticareti sınırlandırıyordu.
Bu sorunların çözümü için para icat edildi. Para, bir malın değerini ölçen ve bu değerin başka bir malla değiştirilmesini sağlayan bir araç olarak kullanılmaya başlandı. Paranın icadı, ticareti kolaylaştırdı ve insanların ihtiyaçlarını daha kolay karşılamalarını sağladı (Parayı Kim Buldu? Dünyayı Nasıl Değiştirdi?, Yapı Kredi Blog, 23 Ocak 2024, https://www.yapikredi.com.tr/blog/yasam/kultursanat/detay/parayi-kim-buldu-dunyayi-nasil-degistirdi, erişim tarihi: 10.12.2025).
Evet, gerçekten de bu bilgilerin ışığında bakıldığında para kullanımının ilk defa altın sikke olarak değil, trampa usulü ile gerçekleştiğini görmekteyiz.
TRAMPA PARA
(MÖ 9000 - MÖ 4000)
Trampanın başladığı MÖ 9000'lerdeki yaşam döngüsü, oldukça tekdüzeydi. Tabiat acımasız, gökler sağır, insan ise zavallıydı. Parasızlık, kabilelerio ortak özelliğiydi. Zaten ihtiyaçları da yoktu. Hatta ne satılacak ürün, ne de bunları
alacak müşteri vardı. Hayatta kalacak kadar yiyecek bulmak ve kendinden büyük yırtıcılardan korunmak yeterliydi. Atalarımız imece usulüyle avlanır, toplar ve hepsini ortaya dökerdi.
Ekmekten ilaca, silahtan tanrıya kendileri üretir, kendileri tüketirdi. İhtiyaç duydukları her şey bedavaydı. İşte paraya gerek duyulmayan bu sisteme aile ekonomisi diyoruz.
Tarım Devrimi'nin ardından dünya nüfusu beş milyona yaklaştı. İnsanlar küçük topluluklarda yaşamaya devam ediyor ancak aile ekonomisi kabına sığmıyordu. Nereden mi biliyoruz? Günümüzde yapılan araştırmalar bir insanın en fazla 150 kişiyle dostluk, sevgi, nefret, hayranlık veya kıskançlık gibi bağlar geliştirebileceğini söylüyor. Yani bir topluluğun sayısı bu rakamın üzerine çıktığı zaman yabancılaşmayı, yabancılaşma ise alışverişi gerektirmekteydi. Atalarımız için de geçerli olan
bu olgu, ihtiyaçların bedelsiz karşılanmasının sonu demekti (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 43).
Ünlü ekonomist Adam Smith, Ulusların Zenginliği isimli kitabında parasız mal değişimini ticaretin en ilkel ve basit şekli olarak tanımlamaktadır. İlkel ekonomilerde ve kriz dönemlerinde insanlar, emeklerini veya emekleriyle ürettiklerinin fazlalarını; yiyeceklerle ya da fazlalık yiyeceklerini, yakacak ve diğer ihtiyaçları için değiş tokuş etmişlerdir. Mal değişiminde önemli ve geçerli olan, o malın sizin için değeri değil, onu isteyen karşı taraf için ne değer taşıdığıdır (BALKIR, KOSBED, 2014, 28: 129 - 142).
Para Arayışı
İnsan sayısının artışı, yaşamak için gereken nesne sayısını da artırdıkça aile üyeleri arasındaki değiş tokuşlar yetersiz kalıyordu. Atalarımız da edindikleri bilgi ve deneyimden yola çıkarak 'Başkasının toprağında daha kolay ve daha kaliteli yetişen zeytin üreteceğime, köyümdeki kaliteli çamurdan çömlek yapıp komşumun zeytiniyle değiş tokuş edebilirim,' diye düşündü. Takas ve trampa para modeli işte bu akıl sayesinde yeşerdi. Paranın özü veya şekliyle değil sadece ruhuyla işlem gördüğü o günler, yaşamsal ihtiyaçların akrabalar dışından karşılandığı ilk değiş tokuşları başlattı. Yerleşim yerleri küçük ve ticaret sınırlı olduğundan tam zamanlı çalışan zanaatkâr yoktu. Kendi yağıyla kavrulan atalarımızın biri saraç ustası iken diğeri şifacıydı. Örneğin ayakkabı veya hekim gerektiğinde kime gidileceği bilinirdi.
Takas tabiri Arapça kökenli olup herhangi bir mal veya hizmet borcunun aynı cinsten olanıyla ödenmesidir. Örneğin bir tabak buğday alıp ertesi gün iade etmek veya iki öğrencinin kalem kutularını değiştirmesi takastır. Burada gerçek bir alışverişten söz edemeyiz, aile ekonomisinin bir üst formu olan ödünç sistemi işler. Trampa tabiri ise Rumca kökenli olup iki farklı malın değiş tokuşudur. Söz gelişi, kapınızı tamir eden komşunuza kahve ikram etmek veya yabancı devletten satın alınan petrol borcunu fındıkla ödemek gibi. Yani bir borcun para dışında başka bir ürünle ödenmesine trampa diyoruz.
Dolayısıyla alışkanlığımıza ters gelse de sözlük ve semantik açıdan paranın bu formunu en doğru karşılayacak sözcük, trampa olmalıdır.
Trampa para modelinin binlerce yıl geride kaldığını düşünmek ise yanıltıcı olabilir. Nihayetinde doğal afet ve salgın hastalıklara maruz kalan toplumların, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için trampa yapmaya başladığını biliyoruz. Bunun sebebi piyasada para olmaması değil olağanüstü zamanlarda yiyeceğin paradan kıymetli olmasıdır (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 44, 45).
Takas, ilk çağlarda, insanların aldıkları ve sattıkları malların kıymetini belirleyecek bir değer ölçü olmaksızın yürütülmüştür. Sistemin uzun müddet böyle devam etmesi, kıymetin bir rakamla ifade edilmediği bir ortamda dayanılabilecek tek ölçü fayda olduğundun, genelde tüccarların karlı çıkmasına sebep olmuştur. Kısacası takas usulü, ticaret tecrübesine sahip olmayan kimseler arasında fahiş karlara zemin hazırlamıştır. Bu sistem, tacirler lehine olduğundan, ticaretin gelişmesinde merhale kaydetmiş toplumlarda dahi, uzun müddet devam etmiştir. Durum böyle olmasına rağmen takas sistemi, taşıdığı çeşitli zorluklar ve sakıncalar sebebiyle daha sonraki dönemlerde terkedilmiştir (Ergin, Feridun, İÜİF Yayınları, İstanbul 1969, s. 19 vd.).
Trampa Sistemi
Günümüzde 'barter' adıyla yaşayan trampa modeli, iyi bir yöntem olsa da sınırlı sayıda ürün olduğunda etkiliydi. İnsan ve ürün sayısı arttıkça çoğalan talepler arasındaki trampanın
nasıl yönetileceği sorun olmaya başladı. Şehirler kalabalıklaştıkça sadece ayakkabıcı ve hekim değil aynı zamanda marangoz, din adamı, asker ve avukat gibi uzmanlık alanları doğdu.
Haliyle akrabalığa dayalı aile ekonomisi, çok sayıda yabancının işbirliği yapmaya mecbur kaldığı bir ortamda tıkandı. Kardeş veya komşuya destek olmak başka, iyiliğinizin karşılığını asla veremeyecek yabancılara bedava yardım etmek başkaydı (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 46).
Evet, trampa sistemi her ne kadar ticaret hayatında belirli bir kolaylık sağlamış olmasına rağmen şu sakıncaları ve güçlükleri beraberinde getirmiştir:
1- Taraflar, arzuladıkları malları bulmakta güçlük çekmişlerdir: Taraflar arasında yapılacak mübâdele, aynı mala ihtiyaç duymaya bağlı idi. Oysa iki kişi her zaman aynı mala ihtiyaç duymayabilirdi. Bu nedenle piyasada yapılan mübâdeleler sıkıntı doğuruyordu. Çünkü alış verişi kolaylaştırma maksadıyla kurulan pazarda malını satmayı düşünen kişi, kendi malını alacağı malla takas edememe durumunda, önce ihtiyaç duymadığı bir malla malını takas etmek, ondan sonra da bu malla istediği malı değiştirmek zorundaydı. Bu şekilde ise tacirin uğraşmak zorunda olduğu işler artmış oluyordu.
2- Trampa yapılacak mallar arasında değer bakımından farklılıklar oluşuyordu: Mesela koyunla sığırın trampa edilmesi durumunda olduğu gibi mübâdele edilecek mallar arasında aşırı değer farkı olabiliyordu. Bu nedenle küçük pazarlarda takas nispeten kolay olmasına karşın, alınıp satılan malın çok olduğu pazarlarda, sistemin tıkanmadan işleyebilmesi imkansızdı. Çünkü trampa sisteminde, bir malın değeri öbür mallardan her birine göre ayrı ayrı belirlenmekteydi.
3- Mücadelesi yapılacak mallar arasında kıymet takdiri zor oluyordu.
4- Mübâdelesi yapılacak mallar uzun süre elde tutulamıyor veya saklanamıyordu.
5- Fiyatı belirsiz malların mübâdelesinin yapılması, ticarette tecrübesi olmayanları zarara uğratıyordu (Ergin, Bata Yayıncılık, İstanbul 1983, s. 9 vd; Sanus, Para Ekonomisi, İstanbul Matbaacılık, yy 1956, s. 31; İnan, İstanbul 1976, s. 4 vd.).
Dilsiz Trampa
Asya ile Avrupa arasındaki kıtasal trampayı birbirine bağlayan 6.400 kilometrelik rotaya Baharat Yolu denmesi sıradan gelebilir
fakat asıl anlamı 'Altın Yolu' idi. Çoğu zaman Çin toprakları dışına baharat çıkarılması yasaktı. Çünkü şimdilerde sudan ucuza satılan karanfil, tarçın, zencefıl gibi ürünler, altından bile değerliydi. Hatta Alman prenslerin özel sarrafları karabiberci namıyla bilinirdi. Yasağın kalktığı dönemlerde de bu kadar uzun yoldan getirilen ürünlerin maliyeti yüksek olurdu. Besinler baharat olmadan korunamayacağı için tarihte okuduğumuz pek çok anlı şanlı isim, zaman zaman küflenmiş veya bozulmuş gıda
tüketirdi. Avrupalı seçkinler, satın aldıkları baharatların bedelini genellikle değerli metallerle öderken bazen de kumaş veya deriyle trampa yaparlardı (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 47, 48).
Ama elbette paradan önce ticarette altın, gümüş, bakır veya arpa alışveriş aracı oldu. Bu değerli mallar “hassas terazi” ile tartılırdı (PARANIN HAYATIMIZA GİRİŞİ, Ural Akbulut, s. 2, https://uralakbulut.com.tr/wp-content/uploads/2009/11/PARANIN-HAYATIMIZA-G%C4%B0R%C4%B0%C5%9E%C4%B0-EK%C4%B0M-2011.pdf, erişim tarihi: 11.12.2025).
Paranın kuluçka evresi olan trampa modelinin başlıca kalemlerinden biri de tuzdu. Altın açısından zengin olduğu bilinen Afrika kıtası, tuz bakımından fakirdi. En yakın tuz kaynağı 1.800 kilometre uzaktaki Avrupa kıtasındaydı. Tuz deyip geçmeyin çünkü tuz; hava, su ve yiyecekten sonra gelen en hayati üründür. Tuzu çıkarıp Akdeniz'i geçerek Afrika limanlarına getirmek kolaydı ama daha aşağılara inmek ölümcül derecede riskliydi.
Tüccarların bulduğu çözüm yolu ise çok ilginçti. Her tacir, sahil kenarına dizilmiş tuzunu işaretlerdi. Ardından büyük bir yaya ordusu kurup, tuz bloklarını elden ele aktararak önceden belirlenmiş noktaya taşır ve yarım günlük yolculukla geri çekilirlerdi.
Bu sefer alıcılar gelir, beğendikleri malın önüne uygun gördükleri nesneyi bırakıp geri dönerlerdi. Dolayısıyla alıcı ve satıcılar asla
görüşmez, pazarlık yapılmazdı. Zorlu bir trampaydı ama karlıydı.
Tuz standardı olarak tarihe geçen o günlerde, altının değeri tuza eşitti. Özellikle Sudan halkı için tuz, altından değerliydi. İşte İngilizce'de 'ücret' anlamına gelen salary ile İtalyanca, İspanyolca ve Portekizce dillerindeki salario sözcüğünün 'tuz' anlamına gelmesi tuzun trampa dönemdeki kıymetiyle ilgilidir.
Kimi Avrupalı tüccarlar ise sahilden ayrılmak istemezdi.
Özellikle Batı Afrika kıyılarına mal getirenler, Kartacalılardan kalma bir taktik uygulardı. Şöyle ki satılacak mallar sahile çıkarılır ve düzenli şekilde istiflenirdi. Sonra devasa duman çıkaran bir ateş yakılıp gemiye dönülürdü. Dumanı gören yerliler, beğendikleri malların üzerine ödemeyi uygun gördükleri değerli metal veya başka malları bırakıp geri çekilirdi. Bu sefer tacirler sahile inerek teklifleri kontrol ederdi. Uygun bulan satıcı ödemesini alır, beğenmeyen ise hiçbir şeye elini sürmeden gemiye dönüp beklemeye devam ederdi. Trampa gerçekleşene kadar gidip gelmeler sürer ama fiziki temasta bulunulmaz veya tek kelime edilmezdi. Çünkü yerli halk esir düşmekten, satıcılar ise bulaşıcı hastalıktan çekinirdi. Literatüre dilsiz trampa olarak geçen bu yöntem, Afrika'nın bazı bölgelerinde halen uygulanır. Ödeme yöntemleri farklı olsa da, Afrika'dan çıkan altınlar tuz karşılığı Avrupa'ya akıyor ve artan kısmı ise baharat bedeli olarak Asya'ya gidiyordu (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 49, 50).
Trampa ve takas usulü ticaretlerin hem avantajlar hem dezavantajlar barındırdığı bir gerçekti. Trampa, ekonomik esneklik sunarken dikkatli planlama gerektirir. Avantajları özellikle nakit sıkışıklığı olan durumlarda öne çıkarken dezavantajları ise yasal ve lojistik zorluklardan kaynaklanabilir. Avantajlarına bakıldığında nakit akışı olmadan mal varlığı değişimi yapma imkanı sunan trampa en çok ekonomik dalgalanmalarda büyük fayda sağlar.
Nakit İhtiyacını Ortadan Kaldırması
Trampa, para kullanılmadan malların takas edilmesini sağladığından nakit akışı sınırlı olan bireyler veya işletmeler için büyük bir avantajdır. Örneğin; bir kişi evini başka kişinin arsasıyla takas ederek nakit ödeme yapmaktan kurtulabilir. Ekonomik kriz dönemlerinde veya likidite sorunlarında istenilen mala sahip olunmasını sağlar. Yani tarafların mevcut mal varlıklarını kullanarak ihtiyaçlarını karşılamasını mümkün hale getirir.
Nakit ihtiyacı olmaması trampayı satış işlemine göre daha erişilebilir kılar. Araç sahibi, yeni araç almak için nakit birikim yapmak yerine mevcut aracını takas edebilir. Böylece zaman kazanıp finansal yükü azaltabilirsiniz. Yüksek değerli mallar için ekonomik bir alternatif oluşturur. Nakit harcamadan varlıklarınızı değerlendirmiş olursunuz.
Hızlı ve Esnek İşlem Süreci
Trampa, satış işlemine kıyasla daha hızlı işlem süreci sunar. Taraflar, doğrudan takas yaparak bürokratik süreçleri kısaltabilir. Mesela emlak trampasında, satış ve yeni bir satın alma işlemi yerine tek takas sözleşmesi hazırlanır. Böylece zaman ve maliyet tasarrufu sağlar. Acil ihtiyaçlarda fiyat değişimlerinden etkilenmemek adına da iyi bir çözümdür.
Esneklik, trampanın diğer önemli avantajıdır. Taraflar, malların değerine göre anlaşarak işlemi özelleştirebilir. Çünkü eğer farkı varsa bu fark, ek bir mal veya küçük bir nakit ödemeyle dengelenebilir. Yani tarafların ihtiyaçlarına göre şekillendirilebilir.
Trampa usulü, avantajlarına rağmen bazı riskler ve zorluklar barındırabilir. Dolayısıyla işlemin her aşamasını dikkatli planlamanız gerekir.
Değer Eşitliğini Sağlama Zorluğu
İşlemde takas edilecek malların değerinin eşit olması veya farkın dengelenmesi şarttır. Bu nedenle bazen karmaşık olabilir. Örneğin bir ev ile arsa takası yapılırken her iki malın piyasa değeri farklı olabilir. Değer eşitliğini sağlama zorluğu, trampanın en büyük dezavantajlarından biridir.
Değer belirleme süreci, taraflar arasında uyuşmazlıklara yol açabilir. Mesela bir taraf malının değerini yüksek görürse takas işlemi tıkanabilir. Özellikle taşınmazlar veya yüksek değerli mallarda daha sık rastlanır. Kısaca değer eşitliği sorunu, trampanın uygulanabilirliğini sınırlayabilir (Trampa Nedir? Nasıl Yapılır?, 25 Ağustos 2025, https://borusannextihale.com/blog/trampa-nedir-nasil-yapilir, erişim tarihi: 11.12.2025).
Bu etmenlerin üzerine bir de insan ve ürün sayısı arttıkça insanoğlu alışverişleri takas veya trampayla karşılamanın zorlaştığını gördü ve yeni bir para formu arayışına girdi. Yüzlerce malı birbiriyle değiştirmek zordu ama sadece bir ürünü standart kabul ederek işlemleri hızlandırmak mümkündü. MÖ 4000'li yıllara yaklaşırken insanlık tarihinde en uzun kullanılan para formundan vazgeçmeye hazırlanan atalarımız, alıcı ve satıcıyı kolayca ikna etmek için fiziki parayı deneyecekti.
Fiziki Paraya Doğru
Harika bir tasarım olan insan beyni, doğada gördüklerini bir araya getirebiliyor ancak sürekli değişen şartlar yüzünden sistematik bilgiye sahip olamıyordu. Örneğin Mezopotamya'da gündüz ve geceler birbirine eşitken, güneye inildikçe bu bilgi hayatta kalmanızı sağlamıyordu. Her coğrafyanın ekim ve hasat zamanı farklıydı. İşte antik çağın ilk sabit bilgileri, kontrollü tarımın önünü açarak yerleşik hayata uyum sağlamamızı kolaylaştırdı. Şehirleşmeyle birlikte artan tahılları depolamaya başladık. Çok geçmeden ambardaki tahılları, evrendeki ilk fiziki para olarak kullanacaktık (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 51).
İnsanlar, nispeten yakın zamanlara kadar inek gibi canlı hayvanları bile bir tür para birimi olarak kullandılar (İnsanlar parayı ilk olarak ne zaman ve neden kullanmaya başladılar?, 20 Haziran 2017, https://theconversation.com/when-and-why-did-people-first-start-using-money-78887, erişim tarihi: 11.12.2025).
Uygarlık tarihine bakıldığında egemen güçlerin sadece paranın ruhuna, özüne ve şekline karar verebildiği, bunun ötesine devletlerin bile gücünün yetmediği görülecektir. İki satırlık bu
gerçeği tecrübe etmeye trampalı günlerde başladık fakat intibak süreci halen devam ediyor. Çünkü diğer canlıların yapamadığı bazı ekonomik faaliyetler, insanın doğal rutinidir. Mesela üreterek yorulur, paylaşacak mutlu olur, satarak kazanır, saklayarak güven duyar, pazarlık ederek uzlaşır ve değiş tokuş ederek ihtiyaçlarını karşılar. İşte binlerce yıllık hayatımızın idamesi bu döngüde seyreder (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 51, 52).
Trampa ve takas usulünden vazgeçilme sürecini hızlandıran süreç değişim aracı olarak kullanılan altın ve gümüş gibi değerli madenlerin değişim sürecindeki geçirdikleri dönüşüm esnasında da yine zorluklar yaşanmasıydı.
Şöyle ki, altın ve gümüş benzeri değerli metaller hem doğada az bulunmaları hem de kolay şekillendirilebilmeleri nedeniyle değişim aracı olarak kullanılabilecek en uygun malzemelerdi. Metaller kolayca küçük parçalara bölünebildiği için tam ödeme yapılabilmesine imkân veriyordu. Ancak alışveriş sırasında parçalara bölünen metallerin sürekli tartılmak durumunda olması işleri yine zorlaştırıyordu (Paranın Tarihçesi, https://mintasdoviz.com/detay/11005-paranin-tarihcesi, erişim tarihi: 11.12.2025).
MAL PARA
(MÖ 4000 - MÖ 3000)
Yüzyıllar süren mücadele sonucunda tahıl ve hayvanı evcilleştiren insanlık, korku çağını aşmayı başarmıştı ancak bu sefer de başka pürüzler çıktı. Örneğin her istediği tahılı ekip biçmek veya her ihtiyaç duyduğu ürüne sahip olmak mümkün olmuyordu. Halbuki bu ürünlerden başka kabilelerin elinde vardı. Peki, bunları almak için o insanlara ne vermeliydi?
Hadi ortak bir değişim aracı bulundu diyelim, geniş kitleler nasıl ikna edilecekti?
Sayısız yaman soru...
Yaklaşık 5.000 yıl düşündük ve sonunda para kavramını bulduk.
İnsanlığın ilk fiziki parası, yine insanların ürettiği mallardı.
Özellikle yiyecekler, elmas kadar kıymetliydi. Bu yüzden üretim sürecinde yer almayan kimseler nüfus sayımına dahil edilmezdi.
Atalarımızın hangi malları hangi sebeplerle para yerine kullandığına ilişkin anlamlı gerekçeler beklememek lazım çünkü fazla
seçenekleri yoktu. Ruhu, özü ve şekline bakmadan en kıymetli varlıklarına yani temel besin maddelerine para dediler.
Yasal paranın keşfedilmediği ve sayı sisteminin icat edilmediği o günlerde, paranın standart bir değer ifade etme fonksiyonu gelişmediği için her topluluk, kendi coğrafyasında yetişen gıda ürünleriyle alım satım yapardı. Haliyle her mal para türü, onu tanıyan ve talep eden mecralarda işlem gördü.
Mezopotamya'da arpa, Mısır'da bira, İzlanda'da kurutulmuş balık, Babil'de hurma, Çin'de çay, Kore'de pirinç, Virginia'da tütün, Etiyopya'da tuz, Midilli'de zeytinyağı gibi binlerce ürün, para yerine kullanılarak diğer malların alım satımına aracılık etti. İşte gündelik hayatın idamesinde ortak değişim aracı olan bu besinlerin hepsine birden mal para diyoruz.
Sümer Arpası
Mezopotamya'da tahılı evcilleştiren atalarımız, beynimizin en mükemmel icatlarına yine bu coğrafyada başladı. Bölgenin mucidi Sümerlerdi. Yerleşik hayata herkesten önce adapte olan Sümerler, kabileden devlet sistemine geçerek hayatımızı kolaylaştıran pek çok icat ve keşfe imza attılar. Örneğin 6'lık ve 10'luk sayı kombinasyonu kullanarak günün 24 saat ve dairenin 360 derece olduğunu keşfettiler. Yazı, tekerlek, saban gibi icatları; edebiyat, astronomi, tıp, hukuk gibi bilimlerin kurucu düşüncelerini Türkiye'nin güneydoğusu, İran'ın batısı ve Irak'ın kuzeyinde yaşayan Sümerlere borçluyuz. En çarpıcı keşifleri ise arpa tanelerini para yerine kullanmayı akıl eden ilk medeniyet olmasıydı.
Uygarlığın ilk mal parası olan Sümer arpası başta olmak üzere bütün mal paralar, herhangi bir devlet müdahalesi olmaksızın yüzyıllar içinde kendiliğinden ortaya çıktı. Ancak mal paraya alışmak, yaşamsal önemine rağmen kolay olmadı. Fakat nasıl ki insan azken onu üreten kadın değerliyse insan arttıkça onu doyuracak besinler de kıymete bindi (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 55, 56).
İşte bu yüzden doğada nadiren bulunan ve dolaşımı etkin bir şekilde kontrol edilebilen nesneler, etkileşim ve değişim için değer birimleri olarak ortaya çıktı (İnsanlar parayı ilk olarak ne zaman ve neden kullanmaya başladılar?, 20 Haziran 2017, https://theconversation.com/when-and-why-did-people-first-start-using-money-78887, erişim tarihi: 11.12.2025).
Sümerlerin Para Sistemine Geçişi
Günümüzden 6.000 yıl önce yeryüzünün süper gücü olan Sümerler, on bin nüfuslu şehirler inşa etmişti. Toplamda 300 bin kişilik işçi kadrosu, aylık vardiya sistemiyle çalışırdı. İşte bu devasa organizasyonu ayakta tutan, Sümer arpasıydı. Üzerinde nominal değeri yazmayan arpayla ödeme yaparken kargaşaya sebep olmamak için aşağı yukarı bir litreye denk gelen standart çömlekler üreten Sümerler, bunlara 'sila' adını verdi. Arkeologların Sümer kentlerinden çıkardığı boyları eşit ve kenarları eğik kaseler, ödemeler esnasında kullanılan ilk ölçü birimiydi. Ücretlerin, göz kararı yerine silalar ile ödenmesiyle kimse alıp verdiğinden şüphe etmez oldu. Basit görünen bu ölçü sistemi öylesine önemliydi ki silalar sayesinde kolayca bölünebilen arpa, ideal para birimi olarak yıllarca yaşadı.
Bir erkek işçi ayda 60, kadın işçi 30, ustabaşı ise 1.200 ile 5.000 sila aralığında kazanırdı. En obur ustabaşı bile ayda bu kadar arpayı yiyemezdi ama artanıyla kıyafet, şeker, tuz, yağ, keçi, köle veya istediği başka bir şeyi alabilirdi. Sümer arpası, ücretlerin ödenmesini sağlamakla kalmayıp diğer ürünlerin satış fıyatını da belirleyen temel alındı. Dolayısıyla çarşı pazardaki fıyatlar, Sümer arpası üzerinden belirlenir ve bütün alışverişler Sümer arpasıyla yapılırdı.
Sümer devletine çalışan işçilere arpa dışında ürünlerle de ödeme yapılırdı. Özellikle yıl başlarında yün ve deri; zaman zaman bira, ekmek, kumaş veya giysi verilirdi. Arpa dışındaki malların ödeme sistemine girmesiyle siladan farklı ölçü birimlerine gerek duyuldu. Şansları yaver gitti, nitekim aradıkları aletler vücutlarında vardı. Başparmak, avuç, boy, karış, arşın, endaze, kulaç ve adım gibi yeni ölçüler geliştirildi. Çünkü insan uzvu taşınabilirlik açısından kusursuzdu ve fakirler bile bunlarla pazara gidebilirdi. Kant'ın 'El, dışarıya doğru uzamış bir beyindir.' vurgusunu doğrularcasına; 'avuç açmak, alnını karışlamak, üç adımlık yol, kaç kulaç' gibi onlarca tabir işte böyle çıktı. Bazıları o kadar uzun süre kullanıldı ki zamanla para birimi oldu. Örneğin 'dirhem' tabirinin kökeni, iki avuç
dolusu manasına gelen manah sözcüğüydü (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 56, 57).
Aslında arpa parası basitçe arpaydı… Diğer tüm mal ve hizmetleri değerlendirmek, değiş tokuş etmek için evrensel bir ölçü olarak kullanılan sabit miktarda arpa tanesi…
Arpanın özünde bir değeri olmasına rağmen, insanların onu başka bir araç olarak değil de para olarak kullanmaya ikna etmek kolay olmadı. Yine de, ilk para türü olarak arpaya güven oluşturmak biraz daha kolaydı, çünkü arpanın özünde biyolojik bir değer var; insanlar onu yiyebilir. Öte yandan arpanın depolanması ve taşınması da zordu (Paranın kokusu.., Elda SASUN, 8 Aralık 2021, https://www.salom.com.tr/haber/120579/paranin-kokusu, erişim tarihi: 11.12.2025).
Sümer arpasının para yerine geçmesiyle birlikte tahıl ambarları tapınağa, tapınaklar da tahıl ambarına dönüştü. Toplu yapılan ibadet ve duaları önemseyen Sümerliler, tapınakları büyüttü. Böylelikle kutsal mekan kavramı doğdu. Tarihteki ilk şehirleşmenin mabetler etrafında başlaması da bu yüzdendi. Tarım toplumlarının yaşamı, avcı toplurnlara kıyasla karmaşıktı.
Kalabalık olduklarından standart bir takvime göre yaşarlardı. Belli zamanda ekmeleri, belli zamanda biçmeleri gerekirdi, aksi halde sistem çökerdi. Böylelikle kutsal zaman kavramı doğdu. Her yeni coğrafya, yeni bilinmeyenler ve yeni tehlikeler demekti. Böylelikle ilk bilim dalı olan astronomi doğdu, zira gökyüzü yatırım gerektirmeyen doğal bir laboratuvardı.
Mevsimsel ritmi önceden bilme ihtiyacı belli bir zümreye itibar kazandırdı. Bu kesim, şatafatı bir unvanla sıradan insanlardan ayırt edilmeliydi. Böylelikle kutsal kişi kavramı doğdu. Kimisine rahip-papaz, kimisine şarlatan-müneccim veya falcı-kahin dendi. Para olgusu ise kutsal mekan, kutsal zaman ve kutsal kişi kavramlarını birbirine bağlayan değişmez sembol olmaya devam etti (Yaz, Ocak 2020, İstanbul, Timaş Yayınları, s. 58).
Tüm gerçekler böyle iken bugün ısrarla “Parayı kim buldu?” tartışmaları halen sürmekte ve daha da önemlisi hala daha Lidyalılar yokken paranın olmadığına dair algı oluşturulması çabaları mevcut…
Paranın icadı ile ilgili bugüne kadar Lidyalılar tarafından paranın icat edildiği üzerinde sıkı sıkı durulurken bu tezin üzerinde yıllarca duran da hep Batı dünyası olmuştur.
Daha da önemlisi Batı dünyası her seferinde parayı Lidyalıların bulduğu tezi ve buna benzer tezler üzerinden sürekli bir savaş yürütmüştür. Bu savaşlar da Doğu-Batı çatışmasının demirbaşı olmuştur.
Zaten baktığımızda tarih boyunca yaşadığımız coğrafyada, Doğu-Batı çatışması hep var olmuştur. Çatışmanın şimdi olduğu gibi en belirgin sebeplerinin başında da, Doğu’nun zenginliklerinin sömürülmesi geliyordu. Bilinen ilk Doğu-Batı savaşı, MÖ. 15. asırda Çanakkale’de yapılan Truva savaşlarıdır. Batı’nın aç ve barbar olan kuzey halkları, Yunan kabileleri öncülüğünde, zengin Doğu’yu yağmalamak için birleşip akınlar başlatmalarıdır. Dönemin süper devleti olan Persler, uzun yıllar Batı’nın Doğu’ya akınlarını durdurarak, Yunan site devletlerine ve Atina’ya hükümran olmuşlardır. Ancak bu durum, MÖ. 350 yılından itibaren İskender öncülüğündeki Batı ordularının, Persleri yenip Yakındoğu ve Uzakdoğu’nun bazı bölgelerine hükmetmesine kadar devam edebilmiştir.
MS. 379’da Roma-Bizans imparatorluğunun Hrıstiyanlığı kabulüyle yeni bir Doğu – Batı ilişkisinin başladığı süreçtir. Hristiyanlık öncesi Batı’nın Doğu’ya akımı yağmalama ve zenginliğinden istifade etme üzerine iken, Hristiyanlığın kabulüyle Roma-Bizans, dini de kullanarak Doğu’ya hegemonya kurmak için, Doğu sorununu dinselleştirmiştir. Kudüs’ün kutsallığı merkeze alınarak Doğu tarifi yapılmıştır.
İslam ve ona inananlar tarih sahnesine çıktığında, uzun süre Batı’yı temsil eden Bizans ile Doğu’yu temsil eden Pers imparatorlukları, aralarındaki hegemonik savaşlar sonucu yıpranmışlardı. İslam ordularının hızlı bir şekilde Pers ve Bizans topraklarına doğru fetihleri hatta İstanbul’a kadar gelmeleri bu zayıflamanın içeriğini bize göstermektedir. İslam ordularının Doğu’ya hakimiyeti sonucu artık Batılılar için Doğu sorunu İslam sorunuyla bir tutulmaktadır.
Artık Batı Haçlı alemini, Doğu ise İslâm alemini temsil ediyordu. Günümüze kadar da bu böyle devam etmiştir.
İşte asırlardır Doğu-Batı mücadelesi devam ederken Orta Çağ’da yaşadığı travmaları unutmayan ve Yeni Çağ’da ele geçirdiği üstünlüğü kaybetme korkusuyla hep Orta Çağ sendromunu yaşayan Batı, eziklik psikolojisinin getirdiği bir duyguyla adeta medeniyetin merkezi olarak dünyaya kendini pazarlayarak Doğu’nun kendisiyle rekabet edebilme şevkini kırarak Doğu’nun uyanmasını ve kendisinden üstünlüğü geri almasını engellemeye çalıştı. Bu çabayı da asırlardır sarfedegelmiştir.
Buna birden çok örnek vermek mümkündür.
Mesela Batı, dayattığı tarih tezlerinde parayı ilk kez Lidyalıların bulduğuna bütün dünyayı inandırmışken Kral Krezüs’ten iki bin yıl evvel Babillilerin para kullandıkları gerçeğinin dünya kamuoyu tarafından anlaşılmasından deyim yerindeyse öcü gibi korkuyor (Uğur Utkan, Makale Arşivi, 9 Temmuz 2025, https://makalearsivi.com/tarih/dogunun-uyanisi-ve-batinin-korkusu/, erişim tarihi: 09.12.2025).
Evet, yanlış okumadınız. Parayı Lidya Kralı Krezüs'ten iki bin yıl evvel Babilliler kullanmıştır. Ama elbette ki yalnızca Babilliler de değil, Babillilerden önce parayı yukarıda sunduğumuz bilgilerin ışığında Sümerliler kullanmıştır.
Nitekim Liman Tepe Kazı Heyeti Başkanı Prof. Dr. Hayat Erkanal da para biriminin 5 bin yıl önce Sümerler tarafından icat edildiğini, Lidyalıların ise daha sonraki dönemde para üzerine baskı yaparak sikke ürettiğinin altını ısrarla çizdi.
Çukurova Üniversitesinden (ÇÜ) yapılan yazılı açıklamaya göre, Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü'nün 15. kuruluş yıldönümü kutlamaları kapsamında geldiği Adana'daki Mithat Özsan Amfisi'nde "Mezopotamya uygarlığının doğuşu" konulu konferans veren Prof. Dr. Hayat Erkanal, verdiği konferansta Mezopotamya havzasında oluşan ilk yerleşimlerin kent kültürüne geçiş serüvenini anlattı.
Beş bin yıl önce bölgede yaşanan ekonomik gelişmeye dikkati çeken ve paranın ortaya çıkışına ilişkin açıklamalarda bulunan Erkanal, şunları kaydetti:
"5 bin sene önceki ekonomik gelişme, ürün fazlası ürünlerin ticareti sonucu büyük boyutlu 'kış sarayı' gibi yapıları ortaya çıkardı ve ilk kez para kullanımını doğurdu. İlk kullanılan para maddeleri altın, gümüş ve diğer madenlerden yapılmış olan halkalardı. Bunlar gelişerek aynı madenlerden külçelere dönüştü. Sonuçta, bu ilk kullanılan para birimi Sümerler'in 5 bin yıl önceki icadıydı. Lidyalılar döneminde ise paranın üzerine baskı yapılarak sikkeler üretildi.”
Erkanal, Mezopotamya'nın ilk önemli yerleşim yerlerindeki ekonomik yaşantıyla ilgili olarak da "Kentlerin üretim fazlası ürünleri tapınaklarda depolanırken, artık insan hafızası zorlandığı için yeni bir sistem ortaya çıktı. Böylece şekil yazısıyla ürünler kayıt altına alınmaya başlandı. Bir süre sonra sayıları 2 bini aşan bu şekiller de karışıklığa yol açtığı için killerin üzerine üçgen veya dörtgen kamışlarla işaretler yazılmaya başlandı ve yazının doğuş serüveni başladı" ifadelerini kullandı ("Parayı Sümerler icat etti”, Hürriyet, 11 Ocak 2014, https://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/parayi-sumerler-icat-etti-25547999, erişim tarihi: 09.12.2025).
Yani ilk paranın Mezopotamya'da kullanıldığını kesin olarak söyleyebiliriz.
Şimdi hep birlikte Mezopotamya'da kullanılan Proto paranın gelişimine göz atalım:
Proto Paranın Gelişimi
Bilinen en eski proto-para, Yakın Doğu'daki köylerin, evlerin ve şehir tapınaklarının zeminlerinden çıkarılan kil jetonlardır. Bu jetonlar, yazının geliştirilmesinden önce sayma aracı ve belki de senet olarak kullanılıyordu. Jetonlar farklı boyut ve şekillerdeydi.
